Ekim 31, 2012

Malafa - Hakan Günday


Dili: Türkçe


Alışıldık tokatlık Hakan Günday kitapları gibi değil. Hatta fasülyeden diyebilirim. Oldukça eğlenceli kahkaha attıran cümleleri var. Antalya'da turistlerin nasıl kazıklandıkları üzerine tatlı bir roman olmuş. Topaz adlı dev bir kuyumcuda geçiyor. İnsanların satış için nasıl yaanlar söyleyebildikleri ve ne kadar uç noktalara gidebildiklerini görmek açısından.

Bu arada çok fazla bilmediğim argo sözcük vardı. Bir kısmı Ermenice sanırım ama sözcük dağırcığımızı genişlettik :)

Hakan Günday'ı ilk kez okuyacaklara tavsiyem bu değil. Yine de başka kitapları okunduktan sonra okunabilir.

..Antalya, dünya üzerinde kendine ait güneşi olan tek kenttir. Bu güneş ısıtmaz ama ıslatır. Kanser yapmaz ama kan kusturur. Irkçı bir orospu çocuğudur. Turisti bronzlaştırırken, çalışanı buharlaştırır. O kadar erken doğar ki geceyi kimse anımsamaz..Sayfa27

..Kimin, hangi nedenle turiste ilk kez ikram ettiği bilinmese de, elma çayı, geleneksel Türk içeceğidir. Ancak Türkler undan haberdar değildir.. .. Sonuçta, turist bir haftalık tatilinde, bir Türk'ün doğumundan ölümüne kadar içtiğinden daha fazla elma çayı tüketir..Sayfa66

..Devletin kendisine verdiği olanakları en üst düzeyde kullanmış ve üniversite eğitimi doğrultusunda kariyer inşa eden Batı Avrupalı bir ahçiğin, vahşi ve cahil bir marta aşık olmasının nedeni, Grace Kelly gibi her şeye sahip bir aktrisin Güneş Tarikatı adındaki palyaço sürüsüne katılmasınınkiyle aynıdır..Sayfa111

Ekim 27, 2012

İki Yıl Okul Tatili - Jules Verne


Dili: Türkçe


Küçükken okumamışım ben bunu. Tesadüfen çok tatlı bir kopyası geçti elime. T.Tan'a bu güzel kokulu kitap için teşekkür ederim..

Ah o ne tatlı kitap, ne şirin! Tam 623 sayfaydı ama su gibi aktı geçti. Sayfalar da küçüktü ama olsun.. 9-13 yaş arasında bir avuç oğlanın tek başlarına bir tekneyle Yeni Zelanda'dan bilmeyerek açılıp, denizin ortasında kaybolup ıssız bir adaya düşmeleri hikayemiz. Orada bir koloni kuruyorlar. Avcılık yaparak besleniyorlar ve büyükler küçükleri koruyup kolluyorlar. Kendilerine bir hayat kuruyorlar. Bu kısmı ilk hoşuma giden şey. Çünkü insan dünya üzerinde insan eli değip bozulmamış yerler olabileceği ve cep telefonsuz, internetsiz doğal bir hayatın gerçekten de var olabileceği hayaline kapılıyor. İkinci hoşuma gideni ise tabii ki çocuklar için çıkarılacak dersler. "Oooovvv" diye anaç bir gülümseme yaratıyor yüzünüzde.

Gelelim içimi cızlatan kısma. Tamam çocuk kitabı ama insan düşünmüyor değil. 19. yüzyıldaki bir hikaye. Avustralya ve Yeni Zelanda'da koloni kurmuş İngiltere. İngiliz çocukları, Amerikalı ve Fransız çocukları. Seçkin bir okuldan geliyorlar falan filan. Tamam hikaye güzel ama arada Yeni Zelanda yerlisi Moko'yu insandan saymamak gibi elemanlar çok doğal anlatılmış. Düşünüyorum da o zamanlar hayat mı böyleydi, "Onlar da insan!" diyen yok muydu?? Yoksa yazarın politik diyebileceğimiz hümanist anlayışı bu muydu? Okuyup araştırmak lazım ama içimden gelmiyor. Karşıma ırkçı birisi çıkarsa üzüleceğim çünkü koloni politikası izlemiş ülkelere ve yaptıkları zulümlere, ne kadar ben varsa, hepsiyle karşıyım. Neyse kitapta böyle yorumlar yok zaten ama aradaki iki üç detay biraz üzdü beni..

Ekim 19, 2012

Yedinci Gün - İhsan Oktay Anar

Dili: Türkçe



Kitabı çıkar çıkmaz doğum günü hediyem olarak gönderen Haku'ma çok teşekkür etmem lazım önce. 
Gelelim kitaba.. 3 bölümden oluşuyor. Benim bayıldığım bittiğim, her kelimesine her cümlesine yine aşık olduğum kısım ilki. En uzun bölüm de bu zaten. Özellikle kitabın ilk sahnesi tanıdık İhsan Oktay Anar labirenti. Sanki bir filmin ilk sahnesi gibi, sahneden sahneye güzel bağlara binmiş atlayan bir kameradan bakıyor gibisiniz. Kitap boyunca da size alakasız görünecek şeyler tabii ki İhsan Oktay Anar klasiği olarak çok tatlı bir şekilde birleşiyor.

Bu farklı sahnelerin kişilerin birleşmesi konusunda söylemek istediğim bir şey var. Bazen bir karakter öyle detaylı öyle gelmişli geçmişli anlatılıyor ki karakterin sonunun da aynı şaaşaayla anlatılacağını veya önemli bir insan olduğunu düşünüyorsunuz ama yazar sizi şaşırtıyor. Sayfalarca okuduğunuz karakter 2 satırda bitebiliyor. Ancak bunu öyle bir şekilde yapıyor ki sizi rahatsız edip hayal kırıklığına uğratmaktansa hoşunuza gidiyor.

Uzun zamandır yeni kitabını bekliyordum. Hala da bekliyorum çünkü insan bu anlatıma doyamıyor. Dilini ağır bulanlar ve okuyamayanlar var. Onlara tek söylenecek kafanızın dingin olduğu zamanlarda okuyun. Bir kere hikayenin akışına kaptırabilirseniz kendinizi çok çok keyifli bir yolculuk.

Benim favorilerim yine de Suskunlar ve Puslu Kıtalar Atlası ama bunu da çok beğendim. Hikaye özeti gibi bir şey yazmaya çalışmayacağım. Hele ki alıntı yapmak hiç haddime düşmez, bütün kitabı yazabilirim. Her cümle öylesine emek verilerek yazılmış ki okuyucunun damağında gerçekten güzel bir tat ve burnunda güzel bir koku bırakıyor. Cümlelerin herhangi birine haksızlık etmemek adına bir şey yazmıyorum. Okuyun!

Ekim 05, 2012

Don Juan'ın Öğretileri: Yaqui Kızılderililerinin Bilgi Yöntemi - Carlos Castaneda


Dili: Türkçe

Son zamanların furyasından bir başka kitap.. 1968 yılında basılmış aslında. Antropoloji öğrencisi yazarımız aslında kendine doktora tez konusu arıyor. Sonuç olarak Meksika'da Juan Matos adlı şamanla tanışıyor ve Yaqui Kızılderililerinin gizemlerini ondan öğrenmeye başlıyor. Tabii Don Juan onu hemen öğrencisi olarak almamış ve yazarımız aylarca uğraşıp Don Juan'ı ikna etmiş.

Kitap aslında bakarsanız bilimsel bir çalışma gibi yazılmış ve iki bölümden oluşuyor. İlk bölümü öğretiler; Don Juan'la geçirdiği üç yılı kapsıyor ve günce gibi yazıldığından, hikaye gibi rahat okunuyor. İkinci bölümde ise öğretilerden çıkardığı sistemli bir düşünme ağı oluşturmaya çalışmış ve açıkçası bu bölümü biraz zor okudum ve çok ilgimi çekmedi. İlgimi çekmemesinin sebebi aslında ilk bölümde (kitabın büyük bölümü) anlatılan öğretilerin en önemli sonucu bütün bunların tamamen öznel olması olduğundan, bir makale yayınlamayacaksam böyle bir deneyimleri kalıplara oturtmak istememem.

Gelelim öğretiler neleri kapsıyor.. Don Juan'ın Şaman olduğunu söylemiştik. Yani işin içine mistisizm, spiritüalizm ve haliyle büyülerle çıkılan transandantal yerler var. Genel olarak üç bitki, bitkilerin ruhlarıyla olan iletişim, bitkilerin insanlarla dostluğu ve gösterdikleri gibi başlıklar altında toplayabiliriz. Bu üç bitki Peyote kaktüsü-Mescalito, Datura ve bir mantar. Ha bunlara "uyuşturucu" deyip, kolunda şırınga ölen eroinmanlarla bir tutacaksanız devamını okumayın zaten.

Bunlara üç bitki yerine, Don Juan'ın zamanı geldiğini düşündüğünde yazarımızı tanıştırdığı ve dostluklarını ilerletmelerini sağladığı 3 varlık diyelim. Amacın kafa olmak olmadığı, çok büyük felsefik anlamları olduğu ve çok bin yıllık geçmişi olduğu 'büyüler' bunlar. 

Detaya falan girmeyeceğim, ne de olsa özet yazmıyoruz burada. Benim çok ilgimi çekti. Yazar her seferinde deneyimlediklerini detaylıca anlatmış. İyi ve kötü olarak ayırmadan, sadece olanları yazmış. Fiziksel zorluğu elbette olacak ama zihinsel açılımları ana konumuz.

Yazar birkaç yılın sonunda yaşadığı bir deneyimden ötürü bu işleri bırakıyor. O kötü deneyimini de gayet detaylı anlatmış ve okuduğum gece uyanıp korktum.. Coraline için yazdıklarımdaki gibi, karşınızdaki kişinin aslında sandığınız kişi olmadığı ve bedeninde başka birinin olduğu durum benim rüyalarımda en çok korktuğum sahnedir. Bununla ilgili ve okurken bile etkilendim..

Bu tavsiyeyi yazarken kitabın hakkını veremediğimi düşünüyorum çünkü neresinden nasıl başlayacağımı bilemedim. Çok çok tavsiye ediyorum. 12 kitaplık bir seri bu. Diğer 11ini de kısa zamanda alıp okumak istiyorum. Yani okurken hep Don Juan beni de öğrencisi alsaymış deyip, hem de 'yok ya ben kaldıramayabilirdim' dedim. Başka dünyalar... Okuyun..


.."Hayır! Hiç kimseye kızmam ben! Hiç kimse o denli önemli bi şey yapamaz ki. İnsanların edimleri önem taşıyorsa senin için, o zaman kızarsın. Benim için böyle bi şey söz konusu olmaktan çıkmıştır artık."..Sayfa82

.."Sen kuşlar uçar diyorsun, çünkü onları uçarken görmüşsündür. Kuşların uçması olağan bi şeydir. Ama kuşların yaptıkları başka şeyler üzerinde birleşmeyebilirsinşz; çünkü o şeyleri yaparken görmemişsinizdir kuşları. Arkadaşların şeytan otuyla uçulabildiğini bilselerdi, o zaman onlar da insan uçar derlerdi."..Sayfa142